13 Mayıs 2014 Salı

A Moment To Remember (Hatırlanacak Bir Anı)



Kore yapımlarını takib edip te bu filmi izlemeyen kalmamıştır eminim. Hatta hiç Kore filmi&dizisi izlememiş insanlar bile izlemiştir bunu. Hatta bir de filmin Türk Usulü bir çakması çıktı geçen sene. Özcan Deniz'in oynadığı "Evim Sensin". Ben filmlerin orjinalini izledikten sonra remake yapımlarını izlemeyi pek tercih etmiyorum.Bilhassa da Kore filmlerinde. Film ilk nasıl izlediysem, öyle kalsın aklımda istiyorum. Kaldı ki, Türk sinemasını ve özellikle de Özcan Denizi izlemeyi sevmediğimden asla izlemeyi düşünmedim..

Gelelim filmimize.. Ben bu filmi ilk ne zaman izledim hatırlamıyorum. Zannediyorum 2 yıldan fazla olmuştur. Fakat ondan sonra bir kaç defa daha açıp açıp izledim.Gerçekten izlemeye değer bir film, Koreliler bu işi çok iyi biliyor diyorsunuz izledikten sonra. Tam bir dram filmi, filmin başından sonuna kadar mutlaka sizi ağlatacak yada gözlerinizin dolmasına neden olacak bir sahnesi vardır.
Film marangoz olan Cheol-su (Woo-sung Jung) ile unutkan kızımız Su-jin (Ye-jin Son)'in komik bir tesadüf sonucu ilk kez bir markette tanışmaları ile başlıyor ve Cheol-su'nun, Su-jin'in babasının yanında çalışıyor olduğu gerçeğinin açığa çıkması ile olaylar başka bir boyuta taşınıyor. Bu şekilde çiftimizin aralarındaki ilişki de başlamış oluyor.



Cheol-su marangoz olduğu için, Su-jin'in ailesine damat olarak kendini kabul ettirmesi başlarda zor olacaktır. Fakat Onun mimar olmak gibi de bir hayali vardır ve sınavlara girerek diplomayı kapar. Sonra da mutlu bir evlilik tabiki :)




Filmin kopma noktası burada başlıyor. Çok fazla spoiler vermeden genel hatlarıyla bahsedip geçmek istiyorum. Su-jin'in filmin başından beri unutkan bir hali var. Bu unutkanlıkları giderek artıp, artık sokakları bile karıştırmaya başladığında doktora gider ve alzheimer hastası olduğunu öğrenir. İşte buradan sonra ağlamaya hazırlanın derim.
Hasta olduğunu bir süre eşine söylemez, fakat bir gün yolda yürürken kaybolması sonucu Cheol-su onun hastalığını öğrenir. Bu ikisi için de büyük yıkım olur. Su-jin ayrılmak istese de Cheol-su onu bırakmak istemez ve birlikte her türlü zorluğun üstesinden geleceklerini ona anlatır.










Gerçekten de Cheol-su, eşinin hayatını kolaylaştırmak için türlü çareler geliştirmeye çalışır. Evin tüm duvarlarını anılarıyla, birlikte yaşadıklarıyla, fotoğraflarıyla kaplar. Fakat hastalık ilerledikçe Su-jin'in durumu  daha kötü bir hal almaya başlar. Artık yavaş yavaş eşini de unutmaya başlamıştır. Bir gün aniden çok kısa bir süre için herşeyi hatırlar ve nasıl bir durum içinde olduklarını dehşetle fark eder. Alelacele eşine bir mektup bırakarak evden ayrılır. Ondan ve ailesinden gizli bir polikliniğe yerleşir.




Cheol-su uzun aramaları sonucu onu bulur. Fakat Su-jin artık onu hatırlamamaktadır. Onunla bir süre vakit geçirir. Onu ilk tanıştıkları gün karşılaştıkları markete götürür ve o anı tekrar canlandırır. Su-jin o an -belki de- bir süreliğine herşeyi hatırlar.. Film burada sona eriyor. Herhangi bir sonuca bağlanmamış, ucu açık bırakılmış bir film. siz kendi hayal gücünüzde oraya bir son biçebiliyorsunuz. Belki Su-jin kısa bir süre sonra öldü, belki o an hatırladı ve tekrar herşeyi unuttu, belki ilerleme kaydetti, tedavi sonucu az da olsa hatırlamaya başladı vs, vs. Çeşitli ihtimaller mümkündür.






Ben bu şekilde sonu izleyicinin hayal gücüne bırakılmış filmleri severim. Bu yüzden filmin sonunu beğendim. Açıkçası filmin her dakikasını beğendim. Şurası da olmamış dediğim herhangi bir yeri yok. Duyguyu izleyiciye çok net vermişler. O an onların yaşadığı acıyı, sevinci siz de hissedebiliyorsunuz. Eğer izlemediyseniz mutlaka  izlemenizi öneririm. Filme puanım 10/10

[AkiKaze]

13 Mart 2013 Çarşamba

A Millioner's First Love

Bu filmi birkaç gün önce izledim. Aklımda tazeyken yazıp paylaşmak istedim çünkü ben bu filmi çok beğendim !

Öncelikle filmde kimler oynuyor derseniz?: Kızımız pek tanıdık bir sima değil (en azından benim için): 

Lee Yeon Hee




Oğlumuz ise tanıdık bir sima: 
Hyun Bin :)



Resimlerden de anlaşılacağı üzere film birazcık lise hikayesi gibi...



Ben hayatın doğal akışını içinde barındıran ve hüzün kokan filmleri çok severim. Niye bilmiyorum ama garip bir şekilde bu filmler beni çekiyor. Bu sebeple bu film bana fazlasıyla hitab ediyor. Çok güzel kurgulanmış bir drama örneği bence. Başlarda klasik zengin oğlan filmi zannedip biraz ön yargıyla yaklaşsam da bir 15-20 dakika sonra film beni fazlasıyla içine çekti..





Biraz spoiler vermek gerekirse (çok abartmayacağım tamam:) oğlumuz filmin isminden de anladığınız üzre "bir milyoner". Fakat kendisine kalan bu mirasa sahip olabilmek için ölen dedesinin vasiyeti üzere Kore'nin taşra bir şehrinde bir süre geçirip okulunu da oradaki bir lisede tamamlamak zorundadır. Bu süre zarfında sahip olduğu tüm imkanlar elinden alınacaktır.Rahat hayata, lüx arabalara, giyim kuşama alışmış hayta oğlumuza tabii ki böyle bir hayat zor gelecektir. Amma ve lakin bu, vasiyette mirası alabilmesi için koşulan bir şarttır. İşte maceramız da burada, bu taşra şehrinde başlıyor..




Kızımız tabii ki fakir bir taşra kızı! :) Fakat masum ve güzel :)
Daha fazla ayrıntıya girip izleyecek olanlar için filmin tüm heyecanını kaçırmak istemiyorum fakat beni çok etkileyen birkaç sahnenin resimleri ve yine beni çok etkileyen (hatta ağlatan!) bir diyalogla film yorumumu bitirmek istiyorum..

İşte en beğendiğim sahnelerden birkaç kesit...


Bunu hep yapardık değil mi küçükken? :) Dileklerimiz gerçekleşecek sanırdık...





Ben bu filmi izlerken birçok yerde gözyaşlarımı tutamadım. Gerçekten diyaloglar, sahneler, mekan, doğa, herşey o kadar hüzünlü ki izlemek isteyenler mendillerini hazırlasın derim...




Bu kutunun gizemini de ancak filmi izledikten sonra anlayacaksınız... :)




İşte son olarak beni en çok etkileyen diyalog:


eun hwan:
-Tanısana beni.. Gözlerimiz aynı ve dudaklarımız da.. Anlatayım sana. Seni 19 yıldır görmedim ama hemen tanıdım, sen nasıl tanıyamadın? Senden nefret ettim.Sensiz büyürken aklımda hep intikam vardı.Seni nasıl incitebileceğimi, üzebileceğimi düşündüm.. Ama kendimi incitmekten vazgeçtim artık. Beni başından attığın için seni affettim.Sende nefretim için beni affet.Çünkü ben cennete gitmek istiyorum...





[AkiKaze]







kore dizi & filmleri - neden bu blog ?

Benim Güney Korelilerle tanışmam birkaç yıl öncesine tekabül ediyor. Üniversite için yeni geldiğim şehre henüz alışamamış, çok  çabuk ilişki kurabilen biri olmadığım için de pek arkadaş edinememiş ve sıkıntıdan ne yapsam ne yapsam diye ortalıklarda dolanırken yurtta yan odamda kalan bir arkadaşın bana bir kore dizisi vermesiyle (bknz: my girl) (Sürekli kore dizisi izlediğini söyleyen arkadaşıma bir türlü anlam veremez "o çekiklerde ne buluyorsun ya, hepsi çirkinn!" diyerek sürekli bana da dizi verme girişimini reddederdim daha öncelerde) Kore münasebetim başlamış oldu.  İlk başlarda sadece can sıkıntımı gidermek amacıyla biraz da meraktan şöyle bir bakayım dediğim kore dizileri, sonraları fazla fazla ilgimi çekmeye devam etti. Nedenlerine gelecek olursam, sanırım en önemlisi korelilerin kültürünün ve hayat tarzlarının biraz daha bizim kültürümüze benzemesi diye düşünüyorum. En azından kendi adıma böyle. Çünkü ben çok fazla film yada dizi izleyen birisi değilimdir. Sebebi de benim hayata bakış açıma uymamaları, biraz da ahlaken yanlış mesajlar veriyor olmalarıydı. Kore dizi & film'lerinde bunlar yok demiyorum ama diğer Avrupa & Amerika yapımlarına, hatta ve hatta Türk yapımlarına göre bile daha ölçülü, seviyeli olduklarını düşünüyorum...

Diğer bir beni çeken tarafı ise samimi ve eğlenceli olmaları ve çoğu zaman hayata dair güzel mesaj verme kaygısı taşımaları. Bilmiyorum izeldiğimiz filmlerde bu tür mesajlar aramak doğru mudur ama ben buna çok dikkat ederim ve gördüğüm kadarıyla Kore yapımları bu anlamda gayet iyi..

Bu "sebepler" listesi böyle uzaaaar gider :) Zaman bu şekilde akıp giderken birçok Kore severe göre az sayılsa da bana göre "epeyce" Kore yapımı izledim.. Bunlardan beğendiklerim de oldu, beğenmediklerim de. İşte ben de beğendiklerimden burada biraz bahsetmek, fikirlerimi paylaşmak istiyorum.. 
Ek olarak biraz da hayata dair birkaç söz söylemektir arzum... :)